29 Eylül 2009 Salı

The Belgrade Phantom (2009)



1979 Eylül’ünde bir genç, beyaz bir Porsche 911 Targa S çalıyor ve başlıyor Belgrad sokaklarında dolaşmaya. Polisler peşine takılıyor ama yakalayamıyorlar. Baskıcı, her şeyi kontrol altında tutmak isteyen rejim tarafından yönetilen insanlar bu kimliği belirsiz kişinin beyaz Porsche ile sistemin temsilcisi polislerle dalga geçmesine, sürüş yeteneklerini sergilemesine ilgi duyuyorlar. Ona sempati duymaya başlıyor ve onu izlemek için sokaklara dökülüyorlar.



Phantom çok iyi bir sürücü, kullandığı araba da Porsche olunca polisler çaresiz kalıyor. Ama izlerken “Nereye kadar?” demekten kendini alamıyor insan. Yarı belgesel formatındaki filmde gerçek bir olaya dair gerçek tanıklar kullanılmış. Phantom’un arkadaşları, çalınan aracın sahibi, fotoğrafçı, polisler… Polislerden bazıları ona hayranlık duyduklarını saklamıyor. Fangio adındaki polis ise adeta sistemin vücut bulmuş hali. (Sadece o sistemden değil muhalif hiçbir şeyi hazmedemeyecek sistemlerin tümünden bahsediyorum. Hangi tarafa eğilimli oldukları önemli değil çünkü hepsi kendilerini (insanlar tarafından uydurulmuş ve uygulanıyor olmalarına rağmen) insanlardan üstün ve ayrıcalıklı görürler.)




Fangio tavırları ve konuşmalarıyla antipatik olmanın ötesinde sistemler gibi kaybetmeyi sevmiyor, kibirli ama kof. İzlerken olayın 1979’da yaşandığını ve kovalamacanın sonsuza kadar devam edemeyeceğini bildiğim halde hiç yakalanmasın, şiir gibi kullandığı Porsche ile sokaklarda insanlara halen denetim altına alınamayan bir şeyler olabileceğini göstersin istiyorum.




Olayın ilginçliği ve gerçek tanıklar yapımı etkileyici kılmakla beraber daha iyi ve daha etkileyici yapılabilirdi diye düşünüyorum. Ama bu halinin de hakkını vermek lazım; film heyecanlı ve akıcı. Üstelik gerçeklerden aldığı gücü ve sessiz, sakin (neredeyse)bir kahramanı var.