Kelimelerle tarif etmekte zorlanılacak, benzersiz bir görsel şölen. Bambaşka bir sinema deneyimi. İzlediğim en özel, en güzel, en benzersiz filmlerden biri. Gerçeklerden kaçmak için masallara sığınan dublörün orada da çıkar yol bulamaması, belki bulmak istemeyişi; masalla gerçeğin birbirine karışması… Muhteşem görselliğin büyüsüne kapılmamak; sonlara doğru insanı kavrayıveren duygu yoğunluğunu unutabilmek ne mümkün…
Güzel bir suç, aksiyon filmi… Filmi asıl ilginç kılansa suç ve suçlu kavramlarının birkaç küçük unsurla nasıl değişikliğe uğrayabileceğini başarılı bir şekilde aktarmasıydı. Dış mekân çekimleri de son derece başarılıydı.
Yoji Yamada öyle bir karakter yaratıyor ki insan uzun zamandır tanıdığı, değer verdiği birinin başından geçenleri izler gibi oluyor. Müthiş bir alçakgönüllülük, zamana ve konumuna aykırı bir hümanizm, içten içe çekilen aşk sancısı, doğru bildiğini ölümüne savunmak gibi karakter nitelikleri söz konusu. Bir yandan Munezo Katagiri’nin yaşadıkları anlatılırken bir yandan da batı etkisinin Japonya’ya girişi ve etkilerine değiniliyor. Ayrıca devlet yetkililerinin kendini beğenmişlikleriyle kuralları nasıl kendilerine göre esnetebildikleri ve insanın asabını bozan bir hiyerarşi yapısı da işleniyor. Dramatik kurgusu, zaman zaman esprili anlatımı ve yerinde göndermeleriyle çok güzel bir filmdi. Suikast sahnesi de müthişti. Dediğim gibi öylesine ideal bir karakter ele alınıyor ki ne yapsa destekçisi oluyor insan. Çünkü biliyoruz ki Katagiri’nin tertemiz, çıkar peşinde koşmayan bir yüreği var ve birinin canını almanın korkunçluğunun da bilincinde. Ama doğru bildiğini yapmak da karakterinin bir parçası. Haksız olduğunu düşündüğünde baş samuraya bile haykırıyor kızgınlığını.
Yer Danimarka ama bu bir şeyi değiştirmiyor çünkü kafa aynı kafa. Ülkemizde yıllardır görmeye alıştığımız (şimdi bizde bile bu kadar olduğunu sanmıyorum) aile baskısı filmin odak noktalarından. Millet ne der, erkeklerle aynı kursta çalışılır mı, öyle şey olmaz falan filan. Bırakın işte kung fu öğrenmek istiyorsa öğrensin. Nedir yani! Filmin başından sonuna kadar aynı şey. İnsan bir şekilde aydınlanacakları umuduna kapılıyor ama nafile.
Görsel açıdan başarılı. Yer yer giren müzikler hoş. Karma dövüş turnuvası saçma. Dünyalar güzeli! Yasemin ile bir Ragga Oktay versiyonu olan Ali’nin aşkları ise yeni bir efsane olmaya aday. Küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk kızımız Ayşe de boş değil, gayet iyi dövüşüyor. Ancak sıra, çağdışı zihniyetle mücadeleye geldiğinde ortada hiçbir şey yok. Ailesinin baskısını ve yasaklarını kabullenmiş gibi. Yaptığı şeyi yanlış olduğunu sanarak, kabahat işler gibi yapıyor. “Ben bunu istiyorum ve yapacağım” diyemiyor. Toplamda elimizde ortalama bir film var, hatta daha da kötüsü.
Aki Kaurismaki ülkesi Finlandiya’nın aksine sıcacık filmler yapmayı, nasıl başarıyorsa artık, biliyor. Sıradan insanların içine gömüldükleri yalnızlık ve ilişkilerindeki dalgalanmaları ama en önemlisi arkadaşlığı, dostluğu öyle güzel işliyor ki insan filmlerini izlerken de izledikten sonra da yüzüne bir tebessümün yerleştiğini, içine bir diğer filmini izleme isteğinin dolduğunu hissediyor.
Bu alanda yer alan yazıların tümü, izlenen filmlerden/dizilerden bazıları hakkındaki bireysel görüşleri içerir. Tanıtım amacı güdülmemiştir. Yazıların birçoğu spoiler içerir, bu nedenle söz konusu eserler izlendikten sonra okunmaları daha iyi olacaktır.