30 Mayıs 2009 Cumartesi

Maljukgeori janhoksa - 2004





Bu film Ondskan’la benzer özellikler taşıyor. Yine bir okul, yine rahatsızlık veren öğrenciler… Yalnız buradaki karakter sessiz, sakin, kendi halinde bir öğrenci. Bir gün otobüste hoşlandığı kız rahatsız edilince işler değişiyor. Okuldakilerin davranışlarından iyice rahatsız oluyor ve kıza aşık oluyor. Rahatsızlık duyduğu insanlara rahatsızlık vermek istiyor ama yapısına ters olduğu için eyleme geçemiyor. Kıza aşık ama bunu ona söyleyemiyor çünkü kız bir başkasını üstelik ona pek değer vermeyen birini seviyor. Ana karakter bir şeylerin yanlış olduğunu görüyor. Ve değişim adına eyleme geçiyor. Geçiyor ama ne geçiş! Genel olarak durum bu. Film gerek bir bütün olarak, gerekse kategorilerle değerlendirildiğinde başarılı. İyi oyunculuklar, iyi görsellik, heyecanlı ve bir o kadar hüzünlü bir hikâye. Başroldeki kişi sırf konumundan dolayı her şeye sahip olamıyor. Herkesten çok hak etmesine rağmen… Hiç şüphesiz izlediğim/izleyeceğim en iyi filmlerden biri(ydi).





Ondskan - 2003










Erik sürekli kavga ettiği için okuldan uzaklaştırılıyor. Annesi ve üvey babası da onu yatılı okula veriyorlar. Annesi Erik’e yeni okulunda uslu durmasını söylüyor, o da bu ricasını kırmamak için elinden geleni yapıyor. Gittiği okul gayet güzel, öğrenciler nazik. Ama okulun son derece değişik, hiyerarşik yapıya dayalı yönetim şekli zamanla kendini hissettiriyor. Erik görmezden, duymazdan gelmeye çalışıyor. İşte buradan itibaren bir zemberek gerilimi başlıyor. İzleyici bunun bir film olduğunu, senaristin ve yönetmenin karşıt karakterler yaratarak onların geriliminden ilgi sürekliliğini korumayı amaçladığını, orada bir set düzeninde olduklarını ve hepsinin rol yapmakta olduğunu unutuveriyor. Bir gerilimdir alıp başını gidiyor. Finale yaklaştıkça film izleyene istediğini vermeye başlıyor. Erik çatışma yaşadığı kişilere sakin sakin neler yapacağını anlatıyor ve…

Andreas Wilson rolün hakkını veriyor. Kahramanın karşısında yer alan yardımcı oyuncuların da gerek tipleri, gerek oyunculukları dikkate değer. Üvey baba her aklıma gelişinde içimi bir tiksinti kaplar. Okuldaki öğrencilere bir küfür savururum.

Filmin otobiyografik bir romandan sinemaya uyarlanmış olması ise işin bir başka boyutu. Değişik ama gerekli bir sinema tecrübesiydi.



29 Mayıs 2009 Cuma

Elfen Lied - 2004









Tamam, hepsi bir kurgudan ibaret ama yine de acı veriyor. Üstelik anime olunca iş daha da garip bir hal alıyor. Birileri oturup çiziyor ve bilgisayar yardımıyla görüntüleri hareket ettiriyor. Ses dışında gerçek insan bile yok içinde ama yine de insanı sarsabiliyor. Askeri ve bilimsel ortamların soğukluğuna karşı Kouta’nın evindeki sıcaklığı, Nyuu’nun o masumiyetini, küçük kızın kırılganlığını, Nana’nın çelişkilerini nasıl unutabilirim? Bir sihir olmalı bu işte. Bir anime insanı bu kadar etkilememeli.




27 Mayıs 2009 Çarşamba

Vivre Sa Vie - 1962





Güzel Sahneler : Karina’nın dansı, mektup yazımı, Jean d’Arc filmi, yaşlı adamla hayata dair yapılan felsefi konuşma, Poe’nun öyküsünün okunması...

Sonunda ne olduğunu tam anlayamamakla beraber final sahnesi amatörceydi. Belki de daha kötüsü. Silahların patlaması ya da patlamaması. Adamların performansları falan.

Genel olarak başarılı. Yıllar önce yapılmış olsa da sıkımadan izleyebilmek başarının ölümsüzlüğünün kanıtıdır. Ama yeni dalga neden filmin sonunda kahramanları öldürme gereği duyuyor? Ciddi şekilde ölümü sorguladıklarından ve yaşamın belki de en önemli parçası olduğunu düşündüklerinden mi? Ama böyle düşünseler bile ille de kahramanı öldürmek gerekmiyor. Mesaj farklı yollarla da verilebilir. Belki de amaç beklenmedik sonlarla filmi etkileyici ve farklı kılmak ve izleyenlerin aklında kalmasını sağlamaya çalışmak. Fakat bir süre sonra sonlar hep aynı olunca işin pek şaşırtıcılığı kalmıyor. Ayrıca pek de gerçeklik budalası olunmamalı. Yani Yeni Dalga diye belli şeylerde ısrar etmemek gerekir diye düşünüyorum.